22.8 C
İstanbul
Pazartesi, Eyl 16, 2024
okuryazarkitaplar
Image default
Eleştiri / YorumManşetSahneSinema

Bir Film: Sınıf / The Class

Vildan Bahçacı

Fransa’nın hinterlandında bulunan sömürgelerin varlığı ve devam eden ilişkiler, film boyunca bu ülkelerden gelen farklı etnik kökenli öğrencilerin varlığında görünür kılınmıştır. Bir taraftan Öğretmen François Marin’in sınıfıyla ilişkileri ve problemli öğrencilerin varlığı ele alınırken diğer taraftan idarenin belirli bir uzaklıktan; temas ve mesafeyi koruma ilkesiyle yaklaştığı öğretmen, öğrenci ve aile sarmalı film boyunca izleyiciyi kendine çekmektedir.

Öğretmenler, her eğitim-öğretim yılında öğretmenlik mesleğinden kaçınamadıklarını dile getirmekte; kaç yıldır orada olduklarını söylerken adeta sessiz bir çığlık atmaktadırlar. Mesleğin kutsallığı, görev aşkı ve öğretme duygusunun hazzından ziyade bir zorunluluk ve alışkanlık hissi öğretmenlerden izleyenlere geçmektedir. Öğretmenler öğrencilerin durumları hakkında konuşmakta; daha ziyade sorunlu öğrenciler için disiplin ve ceza verilmesi yolunu tercih etmektedirler. Öğretmen François Marin, bu tutumu kabul etmese ve elinden geldiğince her bir öğrencisiyle tek tek ilgilenmeye çalışsa da sınıfta yaşananlar nihayetinde öğrencisi Süleyman’ın okuldan uzaklaştırılmasıyla sonuçlanacaktır. Öğretmen Françoi, her ne kadar eğitim sistemi ve öğrencileri için çabalasa bile filmin sonunda görüleceği üzere akıntıya karşı duramamaktadır. Vahim olansa eğitim aracı olarak ceza ve disiplin gibi kavramların varlığını sorgulayan bir kişi olmasına rağmen; mevcut düzenle mücadele edemeyerek bir anlamda kendi doğasına karşı koyamayarak/kendini kontrol edemeyerek, öğrencilerini rencide eden sözler kullanmak suretiyle sınıfın kaoslu atmosferine dâhil olmuştur.

Filmde her kültüre ait belli belirsiz kavramlar sınıfta ders boyunca varlığını korumakla birlikte; bağlamından kopuk bu kelime ve bilgiler, bir biçimde kendileriyle çelişik bir yapı arz etmektedir. Dini değerler, kültür, spor v.b. hassasiyetler empatiden uzak günlük dilin kullanımında yer alan ve arada öğrencilerin birbirlerine gönderme yaptığı bir fon gibi durmaktadır. Öğrencilerin kendi aralarında ana dilleriyle konuşmayı tercih ettikleri hemen göze çarpmakta, ortak dil olan Fransızca’nın kullanımına özen gösterme gereği duymamaları dikkat çekmektedir.

Neticede sınıfta istenmeden yaşanan şiddet olayı her şeye tuz biber eklemekte ve bir arkadaşları okuldan uzaklaştırılmaktadır. Başarı temelli ilerleyen eğitim sistemi sıra dışı veya sorunlu olan öğrencileri bir şekilde bünyesinden dışarıya atmaktadır. Bu negatif katarsis, sistemin eksik ve yanlış taraflarını gizlemekte; iyi, doğru ve bütünlüklü bir birey yetiştirme gayesi bu düalist/ikiyüzlü yapıyı gizlemektedir.   Okul her ne kadar teorik olarak öğrenciyi kazanma prensibi üzerine kurulmuşsa da uygulamada, sorunlarla uğraşmak ve onları çözmektense elimine etme yolunun tercih edildiği görülmektedir. Hatta öğrenci değerlendirme komitesinde öğrencilerden oluşan temsilcilerin varlığı bile sonucu etkileme noktasında yetersiz kalmaktadır.

Fransızca öğretmeni François’in problemli olan Süleyman ile yaşadığı durum öğrenci psikolojisinin dışına taşmaktadır. Elbette her okulda kurallara uyum ve öğrenme bağlamında zorlu öğrenciler bulunmaktadır. Fakat ekstrem bir durum olarak burada Süleyman yabancı olma psikolojisinden çıkamamıştır. İçine doğduğu ana kültürü ile yaşadığı kültür arasında kalan ve tutunamayan bir yerdedir. Bir anlamda farklı ülkelerden gelen diğer arkadaşlarına göre daha fazla bir yersiz/yurtsuzluk taşımaktadır. İsyanı, taşkın hareketleri, derse katılım göstermemesi, arkadaşlarına lafla göndermeler yapması bir manada bu yanının dışavurumudur. Annesi zaten geldiği ülkenin dilini hiç bilmemektedir. Kısaca evde başka bir yaşam, dışarıda ve okulda başka bir yaşam ve kurallar manzumesi vardır. Elbette böylesi durumlara bazı insanlar daha çabuk adapte olurken bazı insanların uyum sağlama süreci daha fazla zaman alabilmektedir. Filmde Öğretmen François’in, Süleyman ile hiç birebir ilgilenmediği görülmektedir. Sorunlarının neden kaynaklandığıyla ilgili olarak yüz yüze bir konuşma yapılmamış, durumun ciddiyetini Süleyman’ın farkındalık düzeyine çıkaracak bir çabadan kaçınılmıştır. Dolaylı olarak Süleyman’ın derse katılımı için ödevini resimler yoluyla yapabilmesini teşvik etme gibi çabaları olduysa da bunlar sorunla yüzleşme anlamında yeterli olamamıştır.

Ayrıca öğretmenin öğrencilerle iletişiminde sen dili oldukça baskın olduğundan, diyaloğa girdiği her öğrencide bir savunma mekanizması ve dili oluşturduğu görülmektedir. Oysaki konuyu öğrenci veya kişi merkezinden kaydırıp genel anlamda nasıl bir yol izlemeleri gerektiğine dair bir çerçeveye oturtulabilse iletişim ve etkileşim anlamında daha verimli bir sınıf ortamı oluşturulabilirdi. Süleyman ve ya diğer herhangi bir öğrenci için ‘‘derse katıl’’ veya ‘‘kes sesini’’ gibi direk cümlelerden ziyade, dersi anlattığında konuştukları takdirde dikkatinin dağıldığını ve derse odaklanamadığını ifade etmesi daha birleştirici ve bütünleştirici bir ortamın kurulmasını sağlayabilirdi. Böylece hem kendi insani yanını vurgulayarak öğretmen öğrenci hiyerarşisinin dışına çıkmış olacak hem de insan olmanın ortak yanlarını vurgulayarak öğrencilerinin kendisiyle empati kurmalarını sağlamış olacaktı. Ancak öğretmen ve ‘‘öğrenci’’ duvarlarını yıkamamış ve sınıfın özdeşim kurma seviyesinin an be an kilitlenmesine engel olamamıştır. Belki hoca Fransızca öğrettiği kelimelerin, öğrencilerinin kendi dillerinde karşılığının ne olduğu sorulabilse ve iki kültürün ortak olan yanlarına dikkat çekilebilse sonuç daha faklı olabilirdi. Bir anlamda üst kültür gibi duran Fransız kültürünün diğer kültürleri küçümseme ve onların varlığının başlı başına değerli olduğu gerçeğini yadsıyarak kendine benzetme çabası, sınıfta öğrenciler tarafından hissedilmektedir. Her ne kadar görünürde öyle durmasa da bir biçimde öğrencilerin bilinçaltlarına ekilen alt kültür duygusu, nihayetinde kaba saba ve nobran hareketlerle görünürlük kazanmıştır. Elbette Fransızcayı öğretme ve ona göre bir programa tabi olma durumu öğretmenin birincil görevidir. Ancak öğretmen direkt öğretici olmanın dışına çıkabilse, daha esprili ve toleraslı bir dil kullanılabilse sınıftaki ahenk de farklı olabilirmiş gibi durmaktadır. Tabi tamamen farklı kültürlerden gelen bir sınıf olduğu için burada da dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü kültürel öğeler, kimin neye ne kadar hassasiyet göstereceğini önceden kestirebilmeyi çok da mümkün kılmamaktadır.

Öte yandan filmde farklı ülkeden gelen insanlarla şekillenen bir sınıf ve bundan doğan bir mozaik ve çok sesliliğin getirdiği bir ahenk okunmamaktadır. Daha ziyade baskın bir Fransız eğitimi ve bu dominantlığa uyum sağlama süreci söz konusudur. Her ne kadar demokrasi, insan hakları v.b konularda bir Avrupa ülkesinde olsalar bile bu öğrenciler; dilleri, kültürleri, ten renkleri ve fiziksel özellikleriyle heterojen bir yapı arz etmektedirler. Fransa özellikle kendi dili konusunda toleranslı değildir. Dünya dili olarak kabul gören İngilizce veya farklı bir dili bilseler bile konuşmaktan imtina edip kendi dilleriyle konuşmayı tercih eden Fransız kültürünün, Fransızcayı Afrika’daki ülkelere dayatmış olması bilinen bir gerçektir. Günümüzde Batı Afrika ülkelerinden bazıları (Frankofon ülkeleri diye de bilinmektedirler, bağımlı ülkelerle birlikte toplam 38 ülke) Fransızcayı resmi dilleri olmaktan çıkarma uğraşı vermektedirler. Fakat bu durum her ne kadar bir ülke politikası olsa da yansımaları ve yan etkileri filmden de okunacağı üzere kendi ülkesine ve eğitim sistemine bile sirayet etmiş görünmektedir. Günü kurtarma telaşında olan insanlar için politika, bir yerden sonra sorunlarla baş başa kalınan yer olmaktadır. Bu filmdeki öğretmen ve öğrenciler bunun en somut örneğini oluşturmaktadır. Öyle ki filmdeki her bir karakter, büyük sorunların küçük ölçeğe yansıması olarak kendi sıradan yaşamlarında çamura batmışlık duygusuyla başa çıkma telaşındaki insanların tükenmişliğine gönderme yapmaktadır. Toplumun hangi sınıfından olursa olsun bunalımlı bu yaşam idareci, öğretmen, öğrenci veya veliler için sorunlar yumağı üretmektedir. Dolayısıyla öğretmen her ne kadar elinden geleni yapmaya çalışsa da iyi niyetle uğraşsa da farklı dünyalara ait bu çocukların bazılarının hayatları istendik şekilde değiştirilememektedir.

Filmde hatırı sayılı bir boşluk oluşturan diğer bir durumsa rehberlikle ilgili bir servisin okulda bulunmamasıdır. Öğrencilerin yabancı uyruklu olmaları ve kültürel olarak da adaptasyon sağlamada pek başarılı olmadıkları bu kadar barizken, rehberlikle doldurulması gereken bu boşluk, başlı başına bir engel oluşturmaktadır. Ayrıca diğer branş öğretmenlerinin öğrencilerle ilgili sorunlara bir de rehberlik boyutundan bakmaya çalışmalarının zorluğu film boyunca kendini hissettirmektedir. Kaldı ki öğretmenlerin kendi yaşamları da pek de kolay geçmemektedir.

Bu bağlamda öğretmenlerin birbirleriyle olan ilişkileri sınırlı ve sorumlu bir platformda ilerlemektedir. Mecburi muhatabiyet alanının dışına çıkılmamakta, görünmeyen sınırlar korunmaya çalışılmaktadır. Farklı kökenden gelen öğrenciler isteseler de aynı dil de konuşamazlarken, öğretmenler aynı dili konulabilecekken konuşmamayı seçmiş gibidirler. Yani üstü örtülü bir kapalılık, bir iletişimsizlik sezilmekte fakat öğrencilerde olduğu gibi buram buram kokmamaktadır. Aynı zamanda bu kendi içinde daha büyük bir soruna kapı aralar görünmektedir. Öğretmenler birbirlerini dinleyip anlamaktan ziyade kendi bildiğini söyleme ve bir anlamda dikte etme tavrı sergilemektedirler. Disiplin ve ceza yanlı eğitimin daha doğru olduğunu düşünen öğretmen aksini düşünmemekte, daha ılımlı düşünen öğretmen sorunlarla başa çıkma noktasında çıkmaz bir yolun ortasında kalmaktadır. Süleyman’ın velisi olarak okula çağrılan anne, Fransızca konuşamadığı için en başta zaten bir iletişim kurulamamıştır. Süleyman hem suçlu olarak öğretmenlerin karşısında durmakta hem de annesinin kendisini savunmasını öğretmenlerine tercüme etme gibi garabet bir durumun içinde kalmaktadır. Orijinal adı Entre les murs/Duvarlar Arasında olan filmde,anneyle aynı dili bilen ve iki taraf arasında uzlaşmayı ve iletişimi sağlayacak bir kişinin olmaması da sorunlar yumağının pik yaptığı bir nokta olmaktadır. Herkes bir nevi görünmez duvarlara çarpmaktadır.

Süleyman’ın annesi, olaylara tam olarak Fransız kalmış bir durumdadır. İletişim kurmak üzere çağrıldığı bir ortamda ne konuşulduğunu anlamıyor oluşu adeta sistemin sağır ve körlüğünü gün yüzüne çıkarmaktadır. Bu keyfiyet yıllarca hak, hukuk, adalet, insan ve eğitim hakları gibi değerlerin beşiği olduğunu iddia eden medeniyetlerin içinin ne denli boş olduğunu vurgulamaktan öteye geçememektedir. Kavramların içinin boşaltılması bu değerlerin sadece söylemde var olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde bu değerlerin bütün insanlar için olmadığı fark edilmekte; kime, nasıl ve ne kadar uygulanacağına ‘‘birilerince’’ karar verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Çünkü oğlunu yerseler de övseler de ne dediklerini anlamayacağı bir kurula anne, tam olarak formalite icabı çağrılmıştır. Prosedürlerin uygulandığı ve işlemlere bir tık daha atıldığı bu göz boyama oyunu, dikkatli izleyicilerin gözünden kaçmamaktadır.

Sonuçta anne içgüdüsel bir şekilde evladına sahip çıkma dürtüsüyle hareket etmektedir. Elbette ki eğitimli bir düşünce sürecinden geçmemiştir. Kendine, yaşamına ve çocuklarına dair ciddi bir sorgulamadan azade bir hayat sürmekte; tavırları günlük hayatın telaşıyla yaşayan bir insanın tahmin edilebilir davranış ve tepkilerini içermektedir. Farklı bir ülkede yaşama tutunmaya çalışan bir anne olarak konunun ne olduğunun farkındadır ama savunma yapamayacağı bir konumda konuşlandırılmıştır. Kendi bakış açısından oğlu derslerini çalışan, kardeşlerine yardımcı olan, bulaşıkları yıkayarak sorumluluklarını yerine getiren bir evlattır. Son olarak da oğlunun iyi bir çocuk olduğunu söylemiştir. Mevcut şartlarda yapabileceği her şeyi yapmaya çalışmıştır.

Bunun yanı sıra filmde, sınıf temsilciliği de gerçek hayatla bağdaşmayan ütopik bir şekilde konumlandırılmıştır. Öğrenci iyi notu kendisi alır, kötü notu öğretmen verir klişesi filmde de işlenmektedir. Üstelik öğretmen kötü not alan bir öğrencinin bu durumunu sınıf temsilcisi olan öğrencinin yanında tartışmakta, doğal olarak öğrenci de bunu diğer arkadaşlarına söylemektedir. Bu durumda birlik olunacak ve ister istemez karşı cephe hissiyatıyla hareket edilecektir. Çünkü not ve puanlamayla ölçtüğün bu sistemde neredeyse hiçbir öğrenci, bu notu ben aldım ve hak ettim dememektedir. Sonuç itibariyle tüm birikimine rağmen insanlar; hali hazırda istenen sorumlu, saygılı ve etik seviyeye ulaşmadığından, yani uygulamada o değerlere sahip değilken, o sonuç beklendiğinden maalesef bu varsayım bazen yarardan çok zarar vermektedir.

Kaldı ki filmde disiplin kurulu, biraz ezberlenmiş ve modellenen rollerin icra edildiği bir mecra dibi durmaktadır. Sorun çözmekten ziyade yapılması gerekenler ne, biz ne kadarını yapabiliyoruz, olduğu kadar yapalım, şeklinde bir tatbikatı andırıyor gibidir. Bir insanın hayatına gerçek manada dokunmaktan uzak; kanun, kural ve yönetmeliğin elverdiği ölçüde olması gereken neyse o olsun tarzı bir yaklaşım hâkimdir. Kimse bu kural neden var? Ne kadarı yaşamla örtüşüyor veya bu kural hangi ihtiyaca binaen çıktı ve şimdi o ihtiyacın durumu nedir? diye bir yaklaşımla olaylara bakmamaktadır.

Neticede 61. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünün sahibi olan The Class filminin ana gövdesini, çok kültürlülük oluşturmaktadır. Fransız sinemasının gerçekçi perspektifiyle çekilen bu filmde, çeşitli kültürlerden gelen insanların yaşadıkları yalın bir biçimde, bir sınıf ortamında verilmeye çalışılmıştır. Ancak filmde görüldüğü üzere Süleyman’ın hayatı, ‘‘insana dokunmanın başarılamadığı’’ bir yöne doğru evirilmiştir.  Ta ki biri bunu toparlayana dek, bu böyle devam edecektir. ‘‘Birilerince’’ inşa edilen bu sistemde bütünün faydasına hareket edilememekte; gücü yetenler, ancak parçaları toparlamakta ama birleştirmeye ömürleri yetmemektedir. Yinelemeliyim ki tüm birikimine rağmen insanlık, bir yönüyle hala evlatlarını kaybetmeye ve onların yaşama sevincini baltalamaya devam etmektedir. Neşesini, ümidini ve hayallerini kaybetmiş bir hayat da ancak bu kadar olmaktadır.

İlgili Haberler

Eco… “Gülün Adı”

okuryazarkitaplar

okuryazarkitaplar

Mekanın Sahibi… (Deneme)

okuryazarkitaplar

Yorum Yap

Kitap, Sinema, Tiyatro, Edebiyat, Tarih, Mitoloji, Müzik, Resim, Gez Gör, Doğa Sporları, Aktüel Bilim, Anadolu, Dünya Mirası, Festival, Fuar, Sergi, Akademi, Yazarlar...