Ayşenur Ezgi Eygi’ye itafen yazılmıştır. Aynı tarihte o topraklardaydık. Biz döndük o güzel insan dönemedi…
Yolumuz Mescid-i Aksa’ya Çıksın 3’yi okumak için tıklayın…
Hz. Davut (a.s.) Peygamberin kabrini de ziyaret ediyoruz akabinde. Davut (a.s) Peygamberin kabri, bir paravanla ortadan ikiye bölünmüş. Kabre bir taraftan kadınlar, diğer taraftan erkekler giriyor. Tüm insanlara açık olduğundan Yahudiler de kabirde dua ediyor. Erkekler yüksek sesle ağlayıp, dövünüp, kendilerine kızıyorlar. Biz sana layık olamadık diye.
Ebü’d-Derdâ (r.h.), Hz. Davut (a.s.) Peygamberin şöyle dua ettiğini Peygamberimizden (s.a.v.), rivayet ediyor. Allahım! Senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allahım! Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!” (Tirmizî, Daavât 73, Tefsîrü’l-Kur’ân 39.) Hz. Davud (a.s.) Peygamberin kabrine gelip, bu duayı edenlerin çoğalmasını diliyoruz.
Ziyaretimiz sırasında Zeytin Dağı’nda bulunan Peygamberimizin (s.a.v.), ‘‘Selman Bendendir, Ehli Beytimdendir’’ buyurduğu Selman-ı Farisi Hazretlerinin makamına da gidiyoruz. Oradan Rabiatül Adeviyye Hazretlerinin makamına geçiyoruz. Birinin ‘‘Yâ Rabbi, bana rahmet kapısını aç’’ diye duâ ettiğini işiten Râbiatül Adviyye: ‘‘Allahü Teâlânın rahmet kapısı kapalı mı ki açmasını istiyorsun? Rahmetin çıkış kapısı her zaman açıktır, giriş kapısı olan kalpler, herkeste açık değildir. Bunun açılması için duâ edilmelidir’’ dediği rivayeti geliyor aklımıza. Kalplerimizin açılmasını, Müslümanların birbirlerine merhamet etmelerini ve kalplerinin birbirlerine karşı sevgiyle dolmasını diliyoruz naçizane.
Diğer birçok kutsal yer gibi Zeytin Dağı da ilahi dinler için önemli. Bir kısım Yahudiler kurtarıcıları olan Mesih’in, Zeytin Dağı üzerinde kurulacak bir köprüyle Baburrahme Mescidi’ne geleceğine inandıklarından daha önce bahsetmiştim. Aynı inanışa göre Kıyamet günü Cennete ilk ve en erken bu dağa defnedilenler girecekler.
Bu yüzden bu tepeyi kutsal sayıyorlar ve dünyanın en pahalı mezarları burada bulunuyor. Ayrıca Hz. Davut’tan (a.s.) Hz. İsa’ya (a.s.) kadar bütün peygamberler tarafından pek çok önemli olay bu dağ üzerinde yaşanıyor. Hz. İsa Peygamber (a.s.) havarileri ile birlikte bu dağa çıkıp, sohbet ediyormuş. Keza Hristiyan inanışına göre Hz. İsa Peygamber (a.s.), Kıyame Kilisesi’nde bulunan mezara gömüldükten 3 gün sonra diriliyor; 40 gün bazı havarilerine göründükten sonra buradaki Yeniden Diriliş Kilisesi’nden Cennet’e yükseliyor. Kudüs’ün fethi sırasında Hz. Ömer, bir süre bu dağda ikamet ediyor. Hz. Ömer ve Selahaddin Eyyubi’nin askerlerinden şehit düşenler bu dağda yatıyor. Ayrıca Hz. Meryem’in (k.s.) mezarı da Zeytin Dağı eteğinde Bab-ı Esbat tarafında yer alan Meryem Ana Kilisesi’nde bulunuyor.
Burada bir noktayı daha dikkatinize getirmeliyim. Ziyaretimiz esnasında Batı Şeria’daki El-Halil şehrinde yaşanan olaylar nedeniyle oraya, Eriha’ya ve Lut Gölü’ne gidemiyoruz. Çünkü ziyaretimiz esnasında İsrail ordusu, El Halil kentinin tüm girişlerini kapattı. Bu sebeple Hazreti İbrahim (a.s.) peygamberin ve eşinin kabirlerinin yanı sıra Hazreti İshak (a.s.), Hazreti Yakup (a.s.), Hazreti Yusuf (a.s.) peygamberlerin ve eşlerinin mezarlarını da ziyaret edemedik. Kimlerle, ne zaman olur Allah bilir; ama İnşallah bir daha ki ziyaretimizde nasip olur.
Batı Şeria bölgesinde ve Kudüs’ün otuz iki km güneybatısı ile Gazze’nin elli beş km doğusunda yer alan El-Halil’de halk, tarım ve ticaretle geçiniyor. Şehir, enfes üzüm bağları, inciri ve zeytini ile tanınıyor; ayrıca seramik, deri işlemeciliği ve el sanatları da gelen insanları kendine hayran bırakıyor. Ancak İsrail, El-Halil kentini de hali hazırda askeri kontrol altında tutmaya devam ediyor. Gazze’ye yaptıklarını ise tarih affetmeyecek. Sanıyorum gelecek nesiller buna sessiz kalan her bir insanı da tarihsel olarak yargılayacak; gözlerinizin önünde böyle bir katliam yaşanırken, nasıl normal hayatlarınıza devam edebildiniz, diye soracaklar. Çünkü 7 Ekim sonrası Gazze’de olanları dile getirmek ve görmek bir insanı insanlıktan çıkarmaya yetecek denli korkunç ve saf acımasızlık taşıyor. Elbette hiçbir şey yapılmıyor değil. Bu sebepten dünyanın her yerinde sıradan insanlar, özgür Filistin için mücadele ediyor. Tek tek insanlar ekonomik boykot, protesto yürüyüşleri ile yapılan yardım çağrılarına, etkinliklere ve faaliyetlere katılma yönünde ciddi bir çoğunluk sağlıyor. İnsanlar, Gazze’de ateşkes konusunda bitmek bilmeyen umutsuz müzakerelerden bir sonuç çıkmayacağını da görüyor. Ancak İsrail’e hizmet eden ana akım medya, kurumlar ve örgütler gerçeklerle temas etmeyi engelliyor. Ateşkese yaklaşmayan İsrail hükümeti, bahane üretmeye ve soykırıma devam ediyor.
Dönüş yolunda Hz. Musa (a.s.) Peygamberin mezarına uğruyoruz. Kudüs ile Eriha arasında olan bu yeri zamanında Memlûklü Sultanı Baybars yaptırıyor. Hz. Musa (a.s.) Peygamberin kabri olduğuna inanılan mezarın üzerine türbe ve cami yaptırıyor.
Hz. Musa (a.s.) Peygambere atfedilen bir makamın yer aldığı Nebî Musa Camisi, zamanla bir külliyeye dönüşüyor. Hac güzergâhı üzerinde olduğundan, etrafında büyük bir mezarlık da var. Burada Hz. Musa (a.s.) Peygamberin duası ile ellerimizi semaya açıyoruz. ‘‘…Rabbim doğrusu üzerime indireceğin her hayra muhtacım.’’ (Kasas Sûresi, 24) demişti nebi. Hz. Musa (a.s.) Peygamberin duasıyla Sana yalvarıyoruz Allah’ım, hakikaten bahşedeceğin her hayra, öylesine muhtacız ki!
Sonra sınırda geçiş işlemlerini tamamlıyor ve Ürdün topraklarına geçiyoruz. Ürdün’de önce Hz. Şuayp (a.s.) Peygamberin makam ve türbesine gidiyoruz. Medyen halkına peygamber olarak gönderilen Şuayp (a.s), teraziyi adaletle tartma ve kimseye en ufak bir haksızlık yapmama hususunda bizlere örneklik ediyor. Ayrıca hitabet sanatında da çok mahir olduğundan Musa (a.s.) Peygamberin kendisinin yanında kaldığı süre içerisinde bundan istifade ettiği biliniyor. Hz. Şuayb (a.s.) şöyle dua ediyordu, “…başarım ancak Allâh’ın yardımı iledir. Ben yalnızca O’na dayandım ve ancak O’na döneceğim.” (Hûd Sûresi, 88). Biz de zulmün arttığı şu günlerde, yalnızca Sana dayanıyoruz Allah’ım. Rabbim, bizleri muvaffak eyle.
Buradan muhtelif yerlerde makamı bulunan Hz. Yuşa’nın (a.s) Salt şehrindeki makamına gidiyoruz. Bir rivayete göre Beykoz’daki Yuşa tepesinde, bir diğerine göre Antep, Bağdat, Eriha ve ya Ürdün’ün Salt şehrindedir. Esasen beşi Filistin’de olmak üzere İstanbul’dan Kuzey Afrika’ya kadar çeşitli yerlerde mezarının bulunduğu iddia ediliyor. Suriye’de de adını taşıyan bir mescit ve türbe yer alıyor. Doğrusunu Allah bilir. Yalnız Yuşa (a.s) için güneşin, beyti mukaddesi fethetmek için gittiği gecelerden birinde, batmadığını biliyoruz. Biz de bu mübarek insanın suyu hürmetine dua ve niyazda bulunuyoruz.
Son olarak Ürdün’deki Ashabı Kehf Cami ve mağarasını ziyaret ediyoruz. Yedi Uyurlar olarak da biliniyor. Bu gençler, İslamiyet ve Hristiyanlık başta olmak üzere dünyanın değişik kültürlerinde anlatılıyor. Ürdün’deki rivayete göre, Amman şehrinde bir grup genç, liderleri Maximilian ile birlikte o sırada şehre gelen İmparator Hadrianus’a başkaldırıyor ve putlara tapmayı reddediyorlar. İmparator, gençleri idam edilmek üzere bir zindana kapatıyor. Gençler, oradan kaçarak bir mağaraya sığınıyorlar. Ve yıllarca burada uyku halinde kalıyorlar. Nasıl ki o gençler mağaranın karanlığında kalmışlarsa sanki bugün Müslüman toplumları da karanlıklar içerisinde. Bu nedenle o gençler gibi dua ediyoruz. “Rabbimiz! Bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster!”( Kehf Suresi, 10). Kendi hayatlarımızda kaybolup giden insanlar olarak, tam da bu günlerde çıkış yoluna hepimizin ihtiyacı var.
Gezi boyunca Filistinli insanların bizlere olan sevgi ve saygısını görmek, halkların birbirleriyle tanış olmalarına tanık olmak çok etkiliyor bizleri. Filistinlilerde hala derin bir Osmanlı ve Türk sevgisinin yaşadığını görüyoruz. Buna duyguya, huzurlu bir zaman diliminden koparılmanın hüznü eşlik ediyor akabinde. Çünkü Osmanlı zamanındaki 400 yıllık tarih dışında o toprakları kim yönetmeye talip olmuşsa hep kan ve gözyaşını çoğaltmış. Emperyalizmin yaymaya uğraştığı Türk-Arap düşmanlığının halklara işlemediğini de görüyoruz. Ekseriyetle Mısır, Cezayir, Fas Tunus, Kudüs veya Afrika’nın farklı bir köşesi ya da daha sayamadığım diğer ülkeler olsun, Türkiye’den geldiğinizi söylediğinizde insanların sıcak tavrıyla karşılaşıyorsunuz. Kudüs-ü Şerif ’te bu misafirperverlik çok daha başka bir seviyede insanın kalbine işliyor.
Dönüş yolculuğu çok zor oluyor. Sanki insanın bir parçası ebediyete kadar orada kalıyor. Herkes kendi Miracını yaşıyor o mübarek topraklarda. Tamamıyla kişiye özgü ve kul ile Allah arasında… Ne alınıyor ne satılıyor. Bundan olsa gerek, kimse sabah namazından sonra Mescid-i Aksa’dan ayrılmak istemedi zaten. Dönüp dönüp bakanlar mı dersiniz, insanı, taşı, toprağı ve zeytin ağaçlarıyla konuşanlar mı dersiniz, Filistinlilerle kucaklaşanlar mı dersiniz, gözyaşlarını içine akıtanlar mı dersiniz…
Bu yolculuk sadece ziyaret niteliği taşımıyor, aynı zamanda öğrenme, sınırları zorlama ve mücadele dolu bir ibadeti de içeriyor. Bir hikâye vardır hani; mum, kibrite der ki ‘‘ben senden korkuyorum; sen benim katilimsin.’’ Kibrit cevaben, ‘‘benden korkma; benim alevim taşa, duvara ve mozaiğe hiçbir zarar vermiyor. Sen asıl kendi içindeki o fitilden kork, seni yakıp yok eden odur.’’ İçimize, niyetlerimizdeki ışığa odaklanmalıyız. Ne zaman ki içimizdeki o karanlık ve olumsuzluktan korkmayı bırakırsak, o zaman, ilahi bir güncelleme ile yeniden başlayacağız. Bir nevi düşme tehlikesi, yanma korkusu, kuruntu ve gocunmadan da kurtulacağız.
Söz ile başlamıştık yolculuğumuza… Neticede sözün özü; ey iman edenler, iman ediniz, ediniz ki kim ne plan yaparsa yapsın, Allah’ın planı hepsinin üzerindedir.
“…Allah bana yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım. O yüce Arş’ın sahibidir.” (Tevbe-129)