Yaşamak

yaşamak

Neşe Kazan


Yine yaşamalara doyamadığım günlerden bir gündü, o gün…
Havanın sıcaklığına muhalif, hafiften esen rüzgâr, gölgeye sığındığımda serinletiyordu bile.
Ana caddede, henüz yapım aşaması yıllardır bitmeyen eski meydan…
O meydanda, yeni metro girişinin tahta perde dışında kalmış bölümü yıllardır küçük bir Eminönü nostaljisi yaşatıyor biz bölge sakinlerine. Onlarca güvercinin konup uçtuğu, sayısız evin yerlere bıraktığı artık ekmekler ve arada küçük buğday taneleri ile su kapları alanın her yerini kaplamakta.
“Hey gidi, bir zamanların enginar bahçesi,” diyerek geçmişe gideceğim sırada, 10-12 yaşlarında bir erkek çocuğunun adeta uçarak kuşların üzerine atladığını, bir diğerinin de kıkır kıkır gülerek ona baktığını görüyorum… Gerçek beni çağırıyor.
Çocuk yerden kalkarken, elinde bir güvercini savaş ganimetiymişçesine havaya kaldırıyor. Gözlerinde zafer parıltısı var. Ben panik hâlindeyim. Çocuğun kuşu yiyeceğini falan düşünmüş olmalıyım herhalde.
Yaklaşıyorum ama çocuk bendeki endişeyi sanırım gözlerimden anlıyor ve tek kelime söylememe izin vermeden,
“Salıcam abla!” diyor.
“Neden yakaladın?” diyorum.
Meğer paçalısını yakalamaya çalışıyormuş. Kendi güvercinleri de varmış ve onları hem eğitip hem de besliyormuş.
“Hadi sana kolay gelsin,” deyip yüzümdeki o gülümseme ifadesini düzlemeyi unutarak yola revan oluyorum. Yol uzun. Arada enerjisini hissettiğim insanlara “Günaydın” demeyi de ihmal etmiyorum. Ve her defasında karşılığını gülümseyerek alıyorum.
Ertesi gün, yol yine aynı yol. İnsanlar yine aynı.
Hatta çocuklar bile dünün tekrarı. Yine atlamaya uğraşıyorlar.
İki çocuk gülüşüyor, ellerinde ekmek poşetleri varken. Üstü başı, hali vaktinin göstergesi. Hangi millet olduğunu çözmeye bile çalışmıyorum, çünkü hiçbir çocuğun milliyeti yok bende. Varsayarsam insan değilim. Hatta var sayanlar bile insan değil bende.
Gülüyor çocuklar.
Gülmeli çocuklar.
Ellerinde ekmek poşetleri. Belli ki çok kalabalıklar. Yaklaşıp soruyorum:
“Dün yakalayamadınız mı?”
“Yok abla ya! Yem atmak lazım…”
“Yok mu yeminiz?”
“Yok abla…”
derken öyle içten gülümsüyor ki.
Sonra çantamın kenarında bozuk 3-5 lira olduğunu hatırlıyorum. Uzatıyorum.
“Hadi git, yem al…” diyorum.
Seviniyor. Açtığı avucuna koyduğum paraya bakıp “Yarın veririm abla” demesi, sevimliliğini haklı kılıyor. Çocuğun sevinci beni de mutlu ediyor. İyi alışverişti diyorum kendime yol boyunca. Yine enerjisini güçlü hissettiğim insanlarla günaydınlaşıyoruz.
Güne, rutinlerin tekrarı olma sevincini yaşatmamak adına farklı kılmaya çalışırken yakalıyorum çoğu kez kendimi. Bazen başaramasam da çabalıyorum ya, ruhuma huzur yüklüyorum.
Akşamı da güzel bu şehrin. Denizi olan her şehir güzel bende.
Aynı yoldan geçtim yine bugün… Sırf çocuklar için.
Sanırım paçalısını yakalamışlar.
Güvercinler huzur içerisinde uçuyorlar.

Related posts

1. Türk Dünyası Yazarlar Buluşması…

Yolumuz Mescid-i Aksa’ya Çıksın 3…

Yolumuz Mescid-i Aksa’ya Çıksın 1… (Yazı Dizisi)