Lao Tzu İle Han ‘In Arkadaşlığı

Lao Tzu İle Han 'In Arkadaşlığı

Hemen hemen yerkürenin aynı bölgesinde yaşasalar da her üçünün de kendine ait teknikleri vardı.

Rivayet edilir ki teker teker her birine sirke tattırıldı…

Konfüçyüs, sirkeyi ekşi buldu;

Tıpkı ahlakını kaybetmiş insan topluluklarının himayesindeki bir dünya hayali gibi…

Buddha, sirkeyi acı buldu;

Tıpkı acılarla dolu olarak tahayyül ettiği bir dünya gibi.

İsmi “anasının karnından ak sakallı bir bilge olarak çıkan” manasına gelen Lao Tzu da sirkeyi tatlı buldu;

Onun hayalindeki dünya ise, “Tao” (Dao) dediği mutluluk verici bir ahenkler kombinasyonu idi…

Bir önceki “Gazneli Mahmut ve Bu da geçer ya Hu” başlıklı yazıda da belirtmiştim;

Önyargılarımızı ve peşin hükümlerimizi bir tarafa bırakabildiğimizde,

Dili, dini, kültürü, coğrafyası ve dahi tarihsel dilim aralığı birbirinden tamamen farklı olsa da kadim öğretilerin hep aynı şeyi söylediğine ve benzer öğütler verdiğine şahitlik ediyorsunuz.

İşte size Lao Tzu ile Han ‘ın hikayesi…

Lao Tzu ve Tao Düşünce Sistemi

Tao ‘nun dünyası aslında hür akan bir nehir gibiydi.

Endişe, gelecek korkusu ve geçmiş pişmanlığı nehrin içerisindeki taşlardı ki,

O akışa ayak uyduramayanlar bu taşların arasında sıkışarak nehrin içinde nehirle bir akamamanın acısıyla yaşamak zorundaydılar.

Nehir, kendi ahenginde akanlara ise hürriyetlerini armağan ediyordu.

Lao Tzu da bu minvalde,

Hayat bir dizi doğal ve kuralsız değişimler bütünüdür. Onlara direnmeyin. Bu sadece üzüntüye neden olur” demişti…

Tıpkı Sufilerin birbirlerine “Su gibi ol azizim” demeleri gibi değil mi?

Çiftçi Han…

Gelelim hikayemize…

Kahramanımız Han, tarlasının mahsulü pirinçleri saraya sunan vasıfsız çiftçilerden birisidir.

Lao Tzu ise bu sarayın kütüphanesinde çalışmaktadır.

Kütüphanede Doğu medeniyetlerinin eşsiz birikimiyle bezenmiş her kitabı okumuştu Lao Tzu.

Fiziğin en yüksek derecesinden evrenin bilinmeyenlerine yaptığı yolculuklarında hep kitaplar vardı yanında.

Ama bu hikmet ambarında beslenirken aldığı haz yine de vasıfsız bir çiftçi ile yemek zamanlarında ara sıra yaptığı muhabbetin tadına bir türlü ulaşamıyordu.

Han, sanki okunanın fevkinde bir bilgiyi ürkek bakışları ile saklamaya çalıştığı bir sandıkta tutuyordu.

Öyle ki Lao Tzu, Han ‘ın susmasını kendi okuduğuna tercih etmeye başlamıştı…

Han ‘ın Çiftlik Evi

Han ‘ın beyaz bir kısrağı vardı.

Onunla her sabah tan yerinin ağarmasıyla yola çıkar, ancak öğleye doğru saraya varırdı.

Birçok Doğu medeniyetinde de benzer olduğu üzere, onların kültüründe de at ailenin bir parçası sayılmaktadır.

Vahşi atların diyarından bir gün koşarak gelen bu kısrak, Han ‘ın köyüne dalmayı seçmişti,

Ve,

Köylülerin onu yakalayıp ehlileştirmesine müsaade etmeden birkaç ay boyunca köylünün bostanlarına zarar verip,

Canı dilediği zaman da evine dönmeyi adet edinmişti.

Bir sabah bu rutininden sıkılmış olmalı ki Han ‘ın evinin önüne gelip toynağını yere düzensiz bir şekilde vurmak suretiyle adeta sahibini kendisi seçmişti.

Han, kısrağına hırçın manasına gelen “Yi Ma” ismini verdi.

Yüzyıllar sonra Ming hanedanında bu isim “irade atı” olarak kullanılacaktı.

Prens Yi Ma ‘ya Talip Olur

Yi Ma gibi muhteşem bir mahluka herkes imrenerek bakardı.

Gel zaman git zaman, Yi Ma sarayın prensi tarafından da fark edildi.

Ancak prensin Yi Ma için yaptığı geri çevrilmesi güç teklifler Han ‘ın bu aile ferdine verdiği değerin yanında çok anlamsız kalıyordu.

Belki de yıllar boyu durmadan çalışsa kazanamayacağı o serveti elinin tersiyle itmesi,

Kütüphaneci arkadaşımız Lao Tzu hariç herkesi şaşkınlığa boğmuştu.

Birkaç hafta içinde köylünün şaşkınlığına şaşkınlık katacak,

Ve,

“Enayi” diye sıfatlandırdıkları Han konusunda kendilerini haklı çıkartacak bir olay yaşandı.

Yi Ma Özgürlüğe Koşar

Bir sabah…

Huysuz Yi Ma bir sabah geldiği gibi köyü terk etti!

Han ‘ın başını taşlara vurması beklenirken olaya kayıtsız kalmasıysa köylü için büyük bir sukutuhayal oldu.

Halbuki biricik bineği Yi Ma ‘yı yitiren Han yarın, ertesi gün ve belki de artık hiçbir gün saraya gidemeyecekti.

Han nasıl para kazanacaktı?

Ailesini nasıl doyuracaktı?

Han kendisine acıyarak ve aslında biraz da böbürlenerek bakan kalabalığa durumun vahameti konusunda henüz karar vermemeleri gerektiğini söylediyse de,

Bu hareketiyle sadece enayi yaftasını üzerine iyice yapıştırmış oldu.

Bir taraftan düşündü;

Enayi sözünün kökü “ene” yani “ben” kelimesinden geliyordu.

Yani diğer bir deyişle asıl kendinden başka bir şey düşünemeyenler enayiydi.

Ama nasıl anlatılırdı ki o hakikat bu kalabalığa?

Onun yerine sadece, köylülerin alaycı bakışları arasında “Lütfen hemen kararınızı vermeyin; her işin bir iç manası vardır” diyebildi…

Yi Ma ‘nın Geri Dönüşü

Çok geçmedi ki Yi Ma geri döndü;

Hem de ne dönüş!!!

Yi Ma yanında yirmi tane kısrakla beraber dönmüştü…

Gözlerine inanamayan köylüler kaderin bu umarsız çarkını gıptayla haset arasında bir noktada karşıladılar.

Sahte tebessümler eşliğinde yapılan kutlamalar, Han için pek bir şey ifade etmiyordu.

Han yine köylünün görülen duruma göre karar vermesine itiraz etti.

Bir gecede yirmi yıllık servet kazanması Han ‘ı beklenildiği şekilde sevindirmemişti.

Kalabalığın samimiyetsizlik kokan tebriklerine bir önceki şekilde cevap verdi Han:

Lütfen hemen kararınızı vermeyin; her işin bir iç manası vardır

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki evren  monotonluğu sevmez…

İnsan Kelimesinin Kökeni

İnsan kelimesinin kendinden türediği kök olarak iki sözcükten bahsedilir.

Bunlardan ilki “üns” kelimesidir.

Üns, “ünsiyet, yakınlık” demektir.

Yani toplum olarak yaşama, diğer insanlara “yakınlığı”, öte yandansa Allah’a tüm varlıkların üstünde yakınlığını ifade eder…

İnsan kelimesinin bir de “nesy” filinden geldiği söylenir.

Nesy “unutmak” demektir.

Bu durumda insan “unutan” demektir…

Lütfen Hemen Kararınızı Vermeyin; Her İşin Bir İç Manası Vardır

Yi Ma ‘nın yanında kısraklarla dönüşünün üstünden çok vakit geçmeden,

Han ‘ın çiftlikteki tüm işlerini gören tek oğlu, Yi Ma ‘nın hırçınlıklarından nasibini aldı,

Ve,

Attan düşerek ayağını kırdı.

Bu kaza, hayatını çiftçilikle geçiren bir ailenin başına gelebilecek talihsizliklerin en büyüğü sayılırdı.

Köylüler bu olayı duyar duymaz yine Han ‘ın ziyarete gelip, beklediğimiz üzere öğüt ile iğneleme arası vaazlarını sundular.

Her durumda Han ‘ın gösterdiği bu teslimiyet, önündeki boş kalabalığa bir şey katamıyordu.

Çünkü hikmet pehlivanının karşısında yenilmeye doymayan bu insanların gürültülü korosu bir türlü susmuyordu.

Duymasalar da Han ‘ın gelip gidenlere verdiği cevap, yine aynı oldu:

Lütfen hemen kararınızı vermeyin; her işin bir iç manası vardır

Beklenmediği Beklemek Gerek

Han ‘ın şüphesizce gösterdiği teslimiyet köylüler tarafından her ne kadar anlaşılamamışsa da,

Bu kez onları yeni bir ders bekliyordu…

Gelen habere göre Çin diyarında savaş çıkmıştı ve seferberlik ilan edilmişti.

Han ‘ın oğlu ise bacağının sakatlığı sebebiyle savaşa katılamayacaktı.

Diğer köylüler kendi çocuklarını kanlı gözyaşlarıyla savaşa gönderirlerken, her birinin kulaklarında Han ‘ın sesi yankılanıyordu:

Lütfen hemen kararınızı vermeyin; her işin bir iç manası vardır

Yavaşlamak İyidir

Özetle…

İşte böyle, zahire bakıp da görünene göre öyle hemen karar vermek insana doğru kapıları bulduramaz.

Çünkü hayat dinamiktir,

Ve,

Hayatta esas olan devamlılıktır.

Karar kelimesinin türediği kökense “durmak” kavramına dayanır…

Lao Tzu ‘ya göre insanlar zoru değil kolayı, seyir halinde olmayı değil konaklamayı tercih ederler.

Bunun için de hızlıca karar vermek çoğunlukla büyük meziyetmiş gibi gelir.

Halbuki kendi çapımızda sahip olduğumuzu düşündüğümüz bilgi bir metre kadarsa dünyanın çapı 12.742 kilometredir.

Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu bu dünyada,

Aklımızı durdurmak mutsuzluğun ve yanılmanın ana kaynağıdır… 

O Kadar Hızlıyız Ki…

İnsanların en büyük şikayetleri: “Hiçbir şeye yetişememek… “

Ne yazık ki,

İyi ve kaliteli vakit geçirmeye,

Dostlarla gönlünce buluşmaya,

Doyasıya kitap okumaya,

Keyfince dinlenmeye,

İyi bir amaç için organize olmaya,

Yeni ve heyecan verici işler yapmaya,

Hiç olmadı güzel düşler kurmaya,

Hayallerin için harekete geçmeye, onların peşinden koşmaya,

Ve,

İlgi duyduğun bir alanda sınırsızca gelişmeye hiç ama hiç zaman yok.

Şehir insanı zaman kavramıyla kavgalı,

Zamansızlık yüzünden mutsuz ve kaygılı,

Ve,

Hep şikayet halinde…

Oysa bütün sorun acele etmekten kaynaklanıyor.

Mutsuzluğun, zamansızlığın ve şikâyetlerin temelinde yatan en büyük problemlerden biri HIZ…

Oysa ki

Acele ettiğin hiçbir şeye yetişemezsin!!!

Koştuğun sürece varmak istediğin yere zamanında varamazsın.

Hız, insanı geciktirir.

Telaş, olacak olanı da oldurmaz.

Özetle,

Bütün mesele yavaşlayabilmekte

Related posts

1. Türk Dünyası Yazarlar Buluşması…

Yolumuz Mescid-i Aksa’ya Çıksın 1… (Yazı Dizisi)

Canpare…